Piyano filmi, İdeolojik temellerde kurulan diğer filmlerin aksine, ne bir slogan gürültüsü taşır, ne de süslü hayaller kurar. Yönetmen gerçekliğin hayalle karıştığı bir coğrafyaya birer toplumsal simge olarak kabul edeceğimiz karakterleri serpiştirmiş ve birbirleriyle yaşamak zorunda bırakmıştır. Yönetmenin memleketi olan Yeni Zelanda gibi kolonileşmeyle oluşan coğrafyalarda karşılaştığımız, gerçekliğin mitsel bir anlatım kalıbına oturtulduğu sanat akımlarından da etkilenmiştir. Örnek olarak edebiyatta Gabriel Garcia Marquez’in öncülüğünde gelişen ve sinemada dünyaya açılabilmiş olan ‘Büyülü Gerçekçilik’ akımını gösterebiliriz.
Filmi tam anlamıyla kavrayabilmek için karakterleri ve karakterlerin temsil ettiği toplumsal rolleri bilmek gereklidir. Ana karakterimiz olan Ada sessizliğiyle öne çıkmaktadır. Çocukken (durduk yere?) konuşmayı bırakmıştır. Bu sessizlik düz anlamda, bir kadının söz hakkı olmadığı bir toplumda konuşmasının ucuz kelimeler dizisi veyahut boşa kürek çekmek olacağı ve Ada’nın bu yüzden sessizliği seçtiği yorumlanabilir. Bu yorumu getirilmesindeki ana etkenler filmdeki diğer iki karakterdir. Dul kalmış olan Ada babası tarafından Yeni Zelanda’ya coğrafi keşiflerin vadettiği zenginliğe ve iktidara sahip olmak isteyen Avrupalı bir girişimci olan Steward’la evlendirilir. Bu bir evlilikten çok ticari bir olaydır. Alıp satılan da Ada’dır. Keşifler dönemi Avrupa’sının açgözlü köpekler gibi birbirleriyle iktidar savaşı yaptığı dönemde her girişimci gibi Stewart’da bu sofradan kendine pay kapmak ve yeni topraklarda kendi iktidarını kurabilmek için Yeni Zelanda’ya gelmiştir. Bu yeni ada dünyasının zenginliklerini elde etmek amacıyla ada yerlisi olan Maoilerle ilişkiler kurmaya çabalar. Bu ilişkilerin temelinde karakterinin yansıması olan keşif dönemi Avrupa’sının etkisi büyüktür. Bu durumun yansıması olarak Bir asimilasyon düşüncesi ağır basmıştır. Kilise yoluyla dini bir asimilasyon yapılırken. Maoilerin İngilizce öğrenmeleri sağlar ve düşman kabilelerle savaşabilsinler diye silah satışı yapar. Steward’ın bir lütuf olarak gördüğü bu nimetlerin temelinde daha fazla toprak elde ederek iktidarını sarsılmaz hale getirme arzusu taşır. Bunun en önemli göstergesi ise kendi kültürünü ve dilini tanıtmak için bu kadar çabaya girmesine rağmen Maoilerin dilini öğrenmemesi ve kültürlerinde bihaber oluşu gösterilebilir.
İkinci Karakterimiz olan Baines, Steward gibi bir kâşiftir ama Steward’ın aksine geldiği bu topraklarla uyum sağlamış, Maoilerin dilini ana dili gibi bilen, Maoilerle evini paylaşan ve Maoiler gibi yüzüne dövme yapan bir adamdır. Bu durum ikili arasında çıkacak doğal bir rekabetin temelini oluşturur. Bu rekabetin ödülü ise Ada olacaktır.
Ada bir gemiyle yanında kızı, piyanosu ve eşyalarıyla birlikte bir sahile gelir. Gemi mürettebatı gemilerine geri döner. Bu ıssız sahile vuran Ada kendine bir dil olarak gördüğü piyanosunu çalar. Günlük hayatta kızı ve not defteri ile insanlarla iletişim kuran Ada için Piyano kendini tarif etmek, dürtülerini ve arzularını dile getirmenin yoludur. Ada’yı sahilden almaya gelen Steward ağır olacağı gerekçesiyle piyanoyu almak istemez. Kendini tarif edebildiği tek şey olan piyanoyu sahilde bırakmak zorunda olan Ada Steward’la ilk çatışmasını burada yaşar. Sonraki günlerde Baines ’in Ada’yı sahilde dinler. Piyano ile bütün olmuş olan Ada’nın saklı duygularını hisseder. Ada ile daha sık buluşmak için, Steward tarafından sahilde çürümeye bırakılmış piyanoyu satın almak ister. Piyano ve Ada’nın ders vermesi karşılığında bir parça toprak teklif eder. Bir ticari anlaşmaya bağlanan Ada’nın dilinin kullanım hakkı Baines’e geçmiştir. Ada’nın tek isteği ise Piyanosuna kavuşmaktır. Derslerde dinlediği müziğin ve Ada’nın güzelliğinin etkisi Baines için bir saplantıya dönüşür. Elbiselerini çıkarıp piyanoyu elbiseleriyle temizlediği sahne bu arzu ve takıntının dışa vurmuş halidir. Bir süre sonra ders sırasında Ada’ya dokunmasına karşılık piyanoyu Ada’ya parça parça satmaya başlar. İkili arasında yaşanan bu yakınlaşma bir aşk oyunundan öteye sıçramaya başlar. Baines ‘in her seferinde daha fazlasını istemesine karşılık olarak. Ada da onu mülkiyet temelli modern insandan arındırmaya ve kendisini bir pazar malı veya cariye veya eşi olmak yerine, kararlarını kendi veren bir insan olarak görmeye zorlar.
Kilisede gösterilen tiyatro oyunu sırasında ikili arasında yaşanan kıskançlık krizi bu gerilimin dışa vurduğu andır. Sahnede gösterilen oyunda baltayla bir kadının elinin keser. İktidarı simgeleyen balta bu gerilim dolu aşk oyununun geleceğini gösterir.
Ada ile Baines ‘in yattığını gören Steward Ada’yı eve hapseder. Tüm kapı ve pencereleri tahtalarla kapatır. Bu güneş görmeyen evde birlikte yaşamaya başlayan ikili arasında ki savaşın yeni bir boyutunu keşfederiz. Evlendiğinden beri Ada ile birlikte olamamış olan Steward mülkü olan Ada’yla yakınlaşmak ister. Baines ile Ada arasında oluşan durumun bir benzerini görürüz. Baskın olan taraf ise Ada’dır. Loş ev ışığında Steward’ın çıplak tenine dokunan Ada bu davranışı Steward ona dokunmaya çalıştığında bırakır. Steward’ın erkeğin kadına sahip olduğu düşüncesini yıkmak ister. Bu dokunuşları sırasında bir erkeğin mahrem ve dokunulmaz olarak gördüğü kalçalarına dokunarak Steward’ı zorlar. Yarattığı hapishaneyi yıkmaya karar veren Steward kendisinin bir kahraman gibi görüneceğini sanır ama o hapishaneyi kendisinin kurduğu gerçeğini Ada asla unutmaz. Bu durumdan yararlanmak isteyen Ada kendisine gönderilmiş olan piyanonun bir tuşunu söker, üzerine bir mesaj yazarak kızı aracılıyla Baines’e gönderir. Yalnız kız Baines yerine Steward’a ulaştırır. Bu durumu öğrenen Steward baltasını alarak eve gelir ve Ada’nın bir parmağını koparır. Adanın piyanoyu çalması için ihtiyacı olan parmaklardan birinin koparılması, bir hadım etme olayıdır. Ada’yı arzularından ve onları yansıtma aracından koparmaktır amaç. Bir erillik simgesi olarak görebileceğimiz balta, tiyatro sahnesinde öncelemiştir. Ada’nın Baines’e haber göndermek maksadıyla piyanodan kopardığı tuşun kendi parmağının kopmasına delalet olabileceğini de göstermektedir. Erkekliğini kanıtlama arzusuyla Ada’ya tecavüz etmeye yeltenen Steward Ada’nın sesini beyninin içinde duymasıyla irkilir. Ada piyanosunu kaybetmiştir ama duyguları ve arzuları hala orda duruyordur. Steward bunu doğaüstü bir gerçeklikle algılar ve iktidarının sonu olduğunu görür. Baines ‘in Ada ile uzaklara gitmesine izin verir. Filmin sonunda piyanonun ve Ada’nın okyanusun dibine gittiğinin görüldüğü sahne, Ada Yeni Zelanda’dan ayrılmış olsa da ruhunun ve arzularının bir parçasını arkasında bıraktığının delaleti olarak görülebilir.
Jane Campion’un başyapıtı olarak gösterilen film, karakter analizleri ile bir yandan toplumun sosyolojik temellerine atıfta bulunurken, diğer yandan bu temellerin birey psikolojisi üzerine yarattığı etkileri inceler. Tüm bu yapının ortasında duran kadının kimliğini keşfetmesi toplumsal açıdan bir yıkımın gerçekliğini ortaya koyarken, Yeni bir dünya düşüncesinin nasıl var olabileceğini de Keskin ve sarsılmaz bir karakter olan Ada’nın yaşamıyla gösterir. Film feminist sinemanın şaheserleri arasında gösterilebilir.
Piyano filmi, İdeolojik temellerde kurulan diğer filmlerin aksine, ne bir slogan gürültüsü taşır, ne de süslü hayaller kurar. Yönetmen gerçekliğin hayalle karıştığı bir coğrafyaya birer toplumsal simge olarak kabul edeceğimiz karakterleri serpiştirmiş ve birbirleriyle yaşamak zorunda bırakmıştır. Yönetmenin memleketi olan Yeni Zelanda gibi kolonileşmeyle oluşan coğrafyalarda karşılaştığımız, gerçekliğin mitsel bir ...
Play | Cover | Release Label |
Track Title Track Authors |
---|